top of page

Gündeme Dair Birkaç Soru.

  • Mustafa Oğuz
  • 20 Şub 2017
  • 3 dakikada okunur

Türkiye referandum sürecine hararetli bir şekilde girdi. Mecliste yaşanan kavgalar sonucu ancak oylanabilen ve şaibeli bir şekilde meclisten geçen anayasa tasarısı 16 Nisan'da referanduma gidecek. Halkın oylayacağı anayasa tasarısı bir yana, halkın ve Türkiye siyasetinin mevcut durumu endişe verici. Olağanüstü Hal uygulaması altında 'demokratik' bir seçime gidecek olan Türkiye' de toplumsal ayrışma had safhada. 'EVET' ve 'HAYIR'cılardan oluşan seçmen kitlesi politik yaşantısını diğer bütün şeylerin önüne koymuş olacak ki siyasi ortam da gittikçe geriliyor. Özellikle iktidar partisi ve cumhurbaşkanı tarafından yapılan açıklamalar, sarf edilen sözler Türkiye gibi mozaik toplum yapısına sahip olan ülkeler için oldukça tehlikeli.

Halihazırda Gezi Parkı süreci sonrası bir türlü durulmayan siyasi çalkantılar, en son akademisyenlerin ihraçlarıyla zirve yaptı. Ortaya çıkan her görüş ayrılığında 'tarafını belirleme' adeti olan toplumumuz da, her zaman olduğu gibi 40 yıllık komşusuyla gırtlak gırtlağa gelerek görevini yerine getirdi(!) Uzlaşma kültürünü bir türlü benimseyemediğimiz gerçeği köşe başından bize acı acı sırıtıyor. Muhalif olan herkese 'terör' yaftası yapıştırmak işin kolayı. Fakat bunun uzun vadede sonuçları Türkiye için çok yıkıcı olabilir. Referandum sürecinde sarf edilen sözlere bir bakın. Ak parti saflarından ve cumhurbaşkanından yükselen seslerin absürtlüğü aşikar. Sadece bununla da sınırlı değil. Toplumda hangi taraftan olursa olsun nefret dilini kullanan, karşı görüş için galiz küfürleri ağzından eksik etmeyen gruplar olduğu apaçık. Fakat bunun sonucunun nereye gideceğini söyleyen pek kişi yok. Propaganda süreci siyasal ortamı kapasitesinden fazla kızıştırmış olacak ki, siyasal hayatımızda devreler yandı. Tamamiyle objektif bir gözle bakalım ve vicdanımızın sesini dinleyelim. Anayasaya aykırı hareket edip 'Hadi lan! Suç işliyorum, sana mı soracağım' diyen bakanın bu açıklamaları akıl ve mantıkla açıklanabilir mi? Bu söylemler sonucu doğacak tepkilerin önüne nasıl geçilebilir? Türkiye'nin bekası bu şekilde mi korunacak yani? Siyasal aidiyetlerimizi bir kenata bırakmamız gereken yerde onlara daha sıkı sarılarak ne elde edebiliriz? Yapılacak referandumun, sonucu ne olursa olsun Türkiye'nin meselesi olduğunu ve partiler üstü olduğunu görmek çok mu zor? Şu geldiğimiz noktada, referandum sonrası günlük hayatımıza nasıl devam edecek, referandum sürecinde küfürler ettiğimiz dostlarımızla nasıl bir arada yaşayacağız, bunun cevabı var mı? Toplumsal algılarımız siyasal söylemlere bu denli teslim olacak kadar mı köreldi? Türkiye'de süregelen mevcut siyasal hava malesef bu soruların cevaplarını verirken bile yumruklarımıza başvurmaya varacak kadar bizi bunaltıyor.

Bugün soluduğumuz bunaltıcı siyasal hava 15 Temmuz sonrası gelişen söylemlerle doğru orantılı. Dikkatli kararlar alınmasının gerekliliğinin ısrarla söylendiği dönemde şu ya da bu sebeple yanlış kararlar alındı, insan hakları ihlalleri yaşandı ve tüm karşıt görüşler siyasiler aracılığıyla 'terör'le yaftalandı. Öte yandan 15 Temmuz darbe girişimi sonrası oluşan ortamda toplumda doğal olarak bir tedirginlik ve güven sorunu baş gösterdi. Bütün bunların henüz cereyan ettiği dönemlerde siyasilerden üst üste gelen yıkıcı açıklamalar, hamasi ama iyi düşünülmemiş söylemler toplumu ayrıştırmaya yetti. Ortaya çıkan bu güven sorunu, ayrışma ve tedirginlik toplumda belli karşılıklar bulacaktı ve buldu da. 15 Temmuz gecesinden itibaren Türkiye'de sivil silahlanmanın arttığı verilerle sabit. İşin acı yanı, bu silahlanmanın %85 gibi büyük bir çoğunluğu ruhsatsız ve yasa dışı. Umut vakfının geçen yılki verilerine göre %85 i ruhsatsız en az 20 milyon silah var. TÜİK verilerine baktığımzda Türkiye' deki hane sayısının yaklaşık 20 milyon olduğu görülebilir. Bu demektir ki ortalama her ailede silah mevcut ve bunların 17 milyonu ruhsatsız. Bütün bunlar göz önüne alındığında Cumhurbaşkanı başdanışmanı Şeref Malkoç'un sözlerini hatırlamamak elde değil:

'Darbeye karşı halk silahlandırılacak'

Şimdi, değerli okurlar, elinizi vicdanınıza koyun ve söyleyin; Olağanüstü Hal uygulaması altında bu derece ayrışmış ve hala ayrışan, güven sorunu yaşayan, büyük bir kesimi 'terör'le yaftalanmış bir toplumun referandumu demokratik ve özgür olabilir mi? Bu vaziyetteki bir toplumun oyladığı referandumun ne derece geçerliliği olabilir?

Yazımı Friedrich Nietzsche'nin sözleriyle noktalamak istiyorum:

'Bir ülkede edebiyat ve sanattan daha çok siyaset konuşuluyorsa o ülke üçüncü sınıf bir ülkedir.'

Kommentarer


Tanıtılan Yazılar
Arşiv
bottom of page