top of page

En Popüler Sokak Stili: Dışlama Modası

  • Mustafa OĞUZ
  • 31 Ağu 2016
  • 3 dakikada okunur

15 Temmuz sonrası dönem, beraberinde yeni günlerle birlikte birçok şey getirdi. Darbe girişimi, girişimin başarısız olması ve bunların ardından gelen 'OHAL' kararı, pek çoğumuzu günlük iş ve uğraşlarımız noktasında, siyasal hükumet yetkililerinin vadettiği gibi, etkilememiş gibi görünse de; aslında hepimizi derinden sarsıyor. Ülke sınırları içerisinde sert ve soğuk rüzgarların estiği bu günlerde toplum olarak da, toplumsal birlik ve beraberliği tahsis etmek ve korumak yerine; zaten bir kenara savurduğumuz ''Halkların kardeşliği; hakların eşitliği'' ilkesini savunmaktan iyice vazgeçtik.

Darbe teşebbüsü sırasında oluşan, bu teşebbüs sonrasında da kısa bir süre ortalıkta gözükmeyi başaran birlik, beraberlik ve barış duyguları da yerini, çok geçmeden nefret söylemlerine bıraktı, ne yazık. Bu noktada siyasilerin ve kanaat önderlerinin yanlış ve eksik söylem ve eylemleri de, nefret ortamının virüs hızında yayılmasına olanak sağladı. Öte yandan, darbe girişiminin hemen sonrasında, henüz olayın ya da olaylar dizininin araştırılmasına fırsat bulunamamışken devlet eliyle girişilen tasfiye ve fişleme faaliyetlerinin ne kadar yanlış olduğunu görmek de müneccim olmayı gerektirmez. Bu noktada gerek Avrupa'dan, gerek ABD'den, gerekse kendi içimizden yükselen '' Suçluyla suçsuz çok iyi ayırt edilmeli, cadı avına mahal verilmemeli' şeklinde yorumlanabilecek feryatlara kulak asmakta fayda görenlerdenim. Öyle ki, bana göre, bu operasyonların inandırıcılığı da, henüz bulunduğumuz noktada, yoktur. Darbe girişiminin üzerinden 1 ayı aşkın sürenin geçmiş olmasına rağmen , hala elle tutulabilir veri ya da bilgiler elde edip kamuoyu ve yargıyı aydınlatabilecek bir araştırma komisyonunun kurulamamış olması da hayli gülünç.. Fakat bizler, durumumuzun bu trajikomik tarafını bir yana bırakarak, henüz hala kaynağını net bir şekilde bilmediğimiz, amacını ve sebeplerini bilmediğimiz bir girişim ekseninde birbirimizi suçluyor, linç ediyoruz. Bunu derhal terk etmediğimiz takdirde, en iyi ihtimalle, yüzüne bakabileceğimiz dostlarımızın kalmadığı gerçeğini suratımızda, adeta bir tokat gibi hissdeceğiz.

Seçilmiş hükumetin darbe girişiminin hemen sonrasında verdiği tepkiler, attığı adımlar ve aldığı kararlar, demokrasiyi ve demokratik ortamla birlikte var olan bütün değerleri koruma çabası olarak değerlendirildiğinde bir noktaya kadar anlaşılabilir. Fakat bu, verilen tepkilerin doğru olduğunu göstermez. Herhangi bir doğruluğu göstermeyeceği gibi, beraberinde son dönemde sıkça duyduğumuz bazı kuşku ve sorular getirir. Örneğin ''Darbe teşebbüsü sonrası tasfiye edilen kişilerin, bahsi geçen yapılanma ile olan ilişiği nasıl bu kadar kısa sürede tespit edildi'' , ''Madem ulaşılması bu kadar az zaman alan kişilerdi, darbe girişimi nasıl ve neden engellenemedi?'' ve ''Bu kadar çok tasfiyenin sebebi, önceden bilinçlice yerleştirilen hücrelerin şimdi işe yaramaz duruma düşmeleri mi?'' gibi sorular, içerisinde bulunduğumuz ortamda akılları kurcalayan sorular. Vatandaşın, sorumlulara bu soruları yöneltme hakkı da vardır.. Dolayısıyla elimizde somut araştırma sonuçlarıyla konuşacak birisi olmadığı sürece her yanımızı saran tasfiye ve fişleme rüzgarı, 'cadı avı' olarak algılanmaya mahkumdur.

Öte yandan bu yeni trendin beraberinde getirdiği bir garip ekstremizm de, nefesini iliklerimize kadar hissettiriyor. Etrafta duyulan dayanaksız iddiaların, artık bu iddialarla 'sanıkları' yargılamaya dönüştüğünü aklıselim sahibi herkes görebilir. Sıradan vatandaşlar olarak bizler bile, ''etliye, sütlüye karışmayan'' halimizle hiçbir fikri ve hissi aidiyetimizin bulunmadığı oluşumların bir parçası olmakla itham ediliyor, yalnızlaştırılıyor, sistemli bir tehcir politikasına kurban gidiyoruz. Bu da, siyasilerin 'Bu durum, halkımızın, vatandaşımızın günlük yaşamını etkilemeyecek şekilde verilecek tepkilerle çözülecek'' mealindeki açıklamalarının ne kadar gerçekten uzak olduğunun en ufak örneklerinden biri. Bu süreçte toplumumuzun nasıl değerler kaybetmiş olabileceğine değinmiyorum bile. Böyle devam edersek, adım adım uçuruma yol alan Türkiye'nin direksiyonunu kıracak, toplumu ve ülkeyi öngörülemez-yönetilemez hale getirecek, en nihayetinde kendimizi değerli yalnızlığımızla, ''Kol kola'' aşağı düşerken bulacağız. Bu gidişata 'DUR!' demek, en gencimizden en yaşlımıza hepimizin boynunun borcudur. Devir barış,birlik ve beraberlik devri.!

Bu noktada, toplum olarak yapmamız gereken, kendimizi bilinmezliklere ve nefrete teslim etmemek, Türkiye' yi kısa vadede ne beklediği konusuna kafa yormak ve çözüme ulaşabilmek adına birlik ve beraberliğimizi; din/dil/renk/ırk/ideoloji gözetmeksizin, birbirimizi fikirlerimiz ve aidiyetlerimizi ele alarak kategorize etmeden tahsis etmek ve kollamaktır. Bu duruma düşmemize sebebiyet verenlerin kimler olduğu, neden ve ne amaçla bu girişimi gerçekleştirdikleri konusu araştırmacıların sorumlu ve suçluların sonunun ne olacağı konusu ise hukukçuların işidir. Şu durumda, belki de hiç güvenmediğimiz kadar, bağımsız yargıya ve özgür araştırma ortamına güvenmeli, onu var etmek için çabalamalıyız..

Yorumlar


Tanıtılan Yazılar
Arşiv
bottom of page