---*
- Mustafa Oğuz
- 6 Haz 2016
- 2 dakikada okunur
Memleketin dört bir yanında gerçekleşen kanlı katliamlara, bir öncekinin yasını tutamadan yenisi ekleniyor. En son, 13 Mart Pazar günü bağrımızda patlatılan üçüncü bir bombayla terörün soğuk nefesini ensemizde hissettik. Her geçen saniye ölü ve yaralı sayısının farklı makamlarca artırılması da, acımıza acı katmakla beraber, bazılarımızda hesap sorma gereği hissettirmiş olacak ki, bir vatandaşımız canlı yayında içler acısı bir feryat ile devlet adamlarına sitem etmiş; toplumca tanınmış ve belli kesimlerin desteğini almış fikir adamlarından bir-ikisi de ''Terörle yaşamaya alışmalıyız'' yönünde açıklamalar yaparak durumun vehametini kendilerince örtmüşlerdi. Fakat biz bu durumun vehametini ne kadar örtmeye çalışırsak çalışalım, önümüzdeki tepenin başında bize tepe boyunca eşlik edecek bir gerçek , tüm pişkinliğiyle tiksinç bir gülümseme çakıyor.
Her geçen gün artan şehit sayısı, sivil ölümleri ve gittikçe vahşileşen bombalı eylemler bu gerçeği bugüne kadar defaatle, gayet elem verici bir şekilde; hatırlatmaya, göstermeye, anlatmaya çalışsa da toplum olarak bunu anlamamız bir garip çıkmaza girene dek sürdü. Bu süreçte toplumun kanaat önderlerinden tutun siyasilere, sanat ve spor camialarından tutun kahvehanelere kadar herkes, gerekli tepkiyi vermemekle birlikte, toplumsal ayrışmanın had safhaya gelmesine engel olabilecek adımı atmaktan kendini azledercesine, köşesine çekilde. Birkaç düşük potansiyelli girişim de belki iyi planlanmamış olması, belki de yeterince iyi servis edilememesi dolayısıyla yolun yarısına gelmeden tıkandı.
Toplumun kesimlerinin birbirine bu denli kırgın olduğu bir dönemde, Orta Doğu'nun kaosuna şu veya bu sebeple, şu veya bu elle adım adım yaklaşıyor olduğumuz gerçeği, maalesef, toplum mühendislerimizin gerekli erken teşhisi koyamaması sebebiyle ilaçla tedavi edilmekten çok uzak. Toplumun sinir uçlarından başlayıp bütün mevcudiyetine yayılan; zamanında, yanlış müdahaleler ve gereksiz antibiyotiklerle azdırılmış olan bu illet Türkiyeyi bir ateş çemberinin içinde eritmeden önce tek çare, öyle sanıyorum ki, köklü ve ağır; bir o kadar tehlikeli bir ameliyat. Durumun bu denli kritikleştiği bir safhada, toplumsal algılarda, reset atılmasından çok formata ihtiyaç olduğu çok açık. Artık bir yerlerde bazı şeyleri birlikte yapabilme kültürünü kaybetmiş olmamız, ileride en iyi ihtimalle çocuklarımızın sudan sebeplerle kavga ederek mahalle maçı kadrosu kuramamasıyla sonuçlanacak. Köylerin, şehirlerin yakılıp yıkıldığı, bedenlerden çok vicdanların delik deşik edildiği, yurt genelinde bir akli kuduz salgınının baş gösterdiği senaryodan söz etmiyorum bile. Artık adım atma zamanı!
Bütün kanaat önderlerinin, toplumda azıcık nazı olan bütün kimselerin, üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirerek toplumumuza, aynı vücudun parçaları olduğumuzu hatırlatması, şahsi kaygılarından ötürü beyne suikast girişiminde bulunmak isteyen ciğerler bizi öldürmeden bu kötü gidişata son diyebilmek için gereken ivmeyi bize kazandırabilir. Aksi halde kendimizi kürek sesleri eşliğinde aynı kabre gömülürken buluruz. Duyacağımız son sesin de ''1984 kere maşallah'' olacağından hiç şüphem yok...
*Bu yazı 13 Mart 2016'da, Ankara Güvenpark'ta 2'si saldırgan toplam 38 kişinin hayatını kaybettiği, 19'u ağır 125 kişinin yaralandığı hazin patlama sonrası yazılmıştır.
Comments