'SINIR' TANIMAYANLAR*
- Mustafa OĞUZ
- 23 May 2016
- 2 dakikada okunur
Çalışma masamda, yanımda ısıtıcım, elimin altında sütüm ve bisküvimle, gündeme göz gezdirirken dönemimizin en kritik sorunlarından birini yazılarıma hiç konu edinmediğimi fark ettim. Bu konu hakkında bildiklerimi gözden geçirdikten sonra başladım araştırmaya. Hangi konu mu ? Mülteci problemi..
Birkaç belli başlı haber ve yazıya göz gezdirdikten sonra gözüme Cumhuriyet gazetesinde, Pınar Öğünç tarafından hazırlanan bir yazı dizisi ilişti. Okumaya başladığım andan itibaren, evimin şartları itibariyle beni tir tir titreten soğuk içimi de titretmeye başladı. Burnumuzun dibinde yaşanan insanlık dramının gözümüzde nasıl da normalleştiğini anımsadım. O an zihnimde Ege kıyılarına cesetleri vuran mülteciler canlandı Minik Aylan canlandı, yarım kalmış bir aşk hikayesinin kara bir defterle suların bağrından kopup gelerek yürekleri dağlaması canlandı. Halime baktım ve kendime bir kez daha acıdım..
Belki çoğumuzun artık yaka silktiği, antipatiyle yaklaştığı, potansiyel teröristler olarak gördüğü mülteciler 2011 yılından beri akın akın ülkelerinden kaçıyorlar. Arap Baharı’nın da etkisiyle kızışan iç savaştan, ölümden kaçıyorlar. Mültecilerin, yanlarında toplumumuzu dinamitleyen bir çok problemi de getirdikleri, göçleriyle bir kültür çatışmasını tetikledikleri doğru fakat her gün yollarda rastladığınız, haberlerde gördüğünüz o insanları, dizi ve filmler sayesinde gözünüzde canlandırabildiğiniz savaş sahnelerinin bir köşesine sıkıştırın ve meseleye bir de böyle göz atın. Ve unutmayın, bir sabah uyandığınızda, sizin ruhunuz duymadan patlayıvermiş bir savaşla sizin de onların kervanına katılabileceğiniz gerçeğini…
Şimdiye kadar, kelimelerim yettiğince anlattığım insanlık dramının canlı tanığıyla yapılan röportajdan doğan yazı dizisinden belli kesitler sunayım sizlere;
‘Yazı dizisinin son halkası olan ‘İki Yıla Kadar İnsan Olduğumu Bile Kanıtlayamam’ başlıklı yazı, 23 yaşında, Suriye’de üniversite okurken buraya gelerek işçilik yapan Rebal’i anlatıyor. Birkaç kaçakçıyla anlaşarak 1600 dolara mal olan bir yolculuk yapmış İstanbul’a. Beş arkadaşıyla birlikte yaşayan Rebal, İstanbul’a geldiğinden beri altı – yedi işte çalışmış. İnşaatlarda çalışmış, hamallık, boyacılık, temizlik, hepsini denemiş. […] Düşünüldüğünde hayatında ilk defa fiziksel güce dayalı iş yapıyor fakat bunu abartmaktan yana değil. ”Yorucu, ama derdin hayatta kalmak ise onu yapamam diyemezsin, ayrıca yaşadıklarım tüm işçilerin problemleri” diyor. Onu en çok öfkelendirense hak arayamıyor olması. Geldiği politik gelenek de, mizacı da bu ihtiyacı yükseltirken, o bir arkadaşını tartaklayanı şikayet edememekten yakınıyor örneğin. Yada yaptığı bir işin ücreti ödenmediğinde başvuracağı bir merci olmamasından.
Suriyelilere verilen Geçici Koruma Belgesini de eleştiriyor. ”Bir A4 kağıdının tamamını bile kullanmamışlar, dörtte birini yırtıyorlar” diyor. 2 yıl sonra pasaportunun süresi bittiğindeyse burada insan olduğunu bile kanıtlayamayacağını söylüyor.'[1]
Durum, yanı başımızdaki insanlar için bu kadar hazinken en iyisi ben ısıtıcımı kapatıp süt ve bisküvimi bırakayım…
Kaynak
[1] http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/yazi_dizileri/471413/_iki_yila_insan_oldugumu_bile_kanitlayamam_.html
* Bu yazı 6 Şubat 2016 tarihinde şahsım tarafından kaleme alınmıştır. Fakat söz konusu problemin şiddetlenerek devam etmesini göz ardı edemediğimden dolayı yeniden yayınlama ihtiyacı hissettim.
Commenti